Hayatın yükü ağırlaştı…
Fatsa sokaklarında yürürken fark ediliyor artık; yüzlerde yorgunluk, dükkân vitrinlerinde sessizlik, gönüllerde bir burukluk var. Hayat pahalılığı sadece çarşı pazarda değil, insanın dilinde, bakışında, duasında bile hissedilir oldu.
Eskiden esnaf siftah yapmadan kepenk kapatmazdı, şimdi siftah bile lüks. Şimdi “bugün nasıl ayakta kalacağız” diye düşünüyor. Bir kalıp kaliteli peynir, bir kilo kıyma, biraz iyi zeytin… Bunlar artık temel gıdadan ziyade, zengin mutfağının ikramları gibi görünmeye başladı.
Emekli desen yaklaşık 15 bin TL maaşla kışı zar zor geçirdi, bahara erişti, önümüzdeki kışa ise Allah kerim. Öğrenciler, bir simit çayla günü geçirirken eğitim hayaliyle yaşam mücadelesi arasına sıkıştı kaldı. İşçi, aldığı ücretle evi zar zor döndürüyor.. ya evladının eğitimi ya bir çol çocuk dışarı çıkıp bir restaurantta yemek yemek ? Bunların hepsi birlikte bir hayal artık… Dullar, yetimler, engelliler… Onların sesi ise ya duyulmuyor ya da zaten duyulmak istenmiyor.
Eskiden ‘orta direk’ vardı. Ne fakirdi ne zengin. Ayakta tutardı memleketi. Şimdi o direk yerinden söküldü, geriye ya yüksek katlı rantiye kuleleri kaldı ya da temel katında boğulanlar.
Maalesef, usulsüzlük olağanlaştı, liyakatsizlik norm oldu. Rant kültürü bir virüs gibi yayılırken “herkes yapıyor” cümlesiyle meşrulaştırıldı. Garip olan şu ki, halk da bu manzaraya alıştı. Bir memur görevini düzgün yapınca “vay be, helal olsun” deniyor. Bir esnaf ürününe hakkını koyunca takdir topluyor. İyi olmak, normalden çıkıp istisnaya dönüştü.
Gazipaşa’dan bir atıfla söyleyelim: “Ne günlere kaldık ey Gazi Hünkar… Eşek defterdar oldu, katır mühürdar.”
Bugün kamunun mührü, makamların anahtarı, kademelerin yükselişi ne acıdır ki ehil ellere değil, liyakatsiz muhterislere teslim edilir oldu. Bilgiden, adaletten, sorumluluktan nasibini almamış nice kişi söz sahibi oldu. İyi bir insan, dürüst bir yönetici gördüğümüzde şaşırıyor, “Acaba altında bir şey mi var?” diye sorguluyoruz.
Fatsa gibi kıymetli bir Karadeniz şehri, binbir cevher barındırırken neden hâlâ işsizliğin pençesinde kıvranır? Neden üniversite öğrencisi ev bulmakta, işçi sabit gelir bulmakta, esnaf müşteri bulmakta zorlanır?
Balıkçılıktan daha fazla fayda sağlamak varken, neden denizimize sırt döndük? Alternatif tarım ürünleriyle örnek olabilirken, neden hala geleneksel kalıplarda boğuluyoruz?
Neden herkes topu birbirine atıyor da kimse taşın altına elini koymuyor?
Şehrimizin ihtiyacı yatırım kadar; ahlaklı, vicdanlı, ehil insanlardır.
Bir idareci; yetimin hakkını kendi menfaatinden üstün tutmalı, bir imam hakkı ve helali gözetmeli, bir öğretmen sadece ders değil insanlık da anlatmalı. Esnaf ölçüsünü kaçırmamalı, siyasetçi emaneti unutup da köşe dönmeye kalkışmamalı.
Ey Fatsa halkı…
Topyekün bir silkinmeye ihtiyacımız var.
Ana-baba çocuklarına helal lokma dersi versin, kamu malına el uzatmak bir namus meselesi haline gelsin. Komşuya kazık atmak değil, hal hatır sormak marifet sayılsın. Arkadaşı kandırmak değil, onun duasını almak hüner bilinsin.
Zira bu gidişle külliyen bir yozlaşma ve sonrasında onarılamaz bir yıkım bizi bekliyor. “Aman ha!” demeye kalmadan geç kalmış oluruz.
Ben bir basın emekçisi olarak, sadece kelimeleri değil yüreğimi de ortaya koyarak yazıyorum bu satırları. Derdim ne sadece eleştirmek, ne de şikâyet etmek… Derdim; Fatsa’yı, bu güzel memleketi, insanımızı yeniden hak ettiği güzel günlerde görmek.
Birlikte yaşanabilir, üretken, adil ve vicdanlı bir Fatsa hayal değil. Yeter ki el birliğiyle, gönül birliğiyle başlayalım. Yarın çok geç olabilir. Ama bugün hâlâ elimizde.